Dünden bu yana tek gündemimiz deprem. Zaten deprem olmasa çok da gündemimize dâhil olmuyor. Ne vakit sallanıyoruz o vakit hafızamıza düşüveriyor; yıkılan binalar, ölen insanlar, günlerce yanan TÜPRAŞ, yardım çığlıkları ve daha niceleri.
Oysa tüm bu anılar 20 sene evvel öncesine ait. 20 sene ne kadar uzun değil mi? 20 senede eğer ders çıkartıp depremle yaşayabilecek seviyeye gelebilseydik bugün bu korkuları yaşamayacaktık. Bugün deprem senaryolarında binlerce ölüm olmayacaktı ama yapmadık. Ondan sebep hepimiz korkuyoruz.
Peki bilim ne diyor?
Bilim sorgulandığında durum daha vahim. Çünkü üzerinde yaşadığımız yer bizi alaşağı edecek korkusunu duymadan bilimin sesini duyamıyoruz. Bilim insanlarının sesleri yatırım karşıtı, boş muhalefet gibi gösterildikçe de ancak depremden depreme duyacağız. Oysa ki sismologlar yani deprem bilimciler depremden sonra değil, depremden önce konuşmalılar ki biz ölüler üzerinden depremden bahsetmeyelim.
Dün depremi ufak atlattık fakat yarın ne olacağını maalesef ki bilmiyoruz. Aklımızda hep aynı soru; bu deprem neyi işaret ediyor? Birçok yer bilimci konusu dâhilinde depremi yorumladı. Ben de, bu depremle ilgili yorumlarını meslektaşım jeofizik mühendisi sismoloji doktoru Savaş Karabulut hocama sordum.
11 Ocak 2020 tarihinde 16:37’de Silivri açıklarında meydana gelen deprem bize ne ifade ediyor?
24 Eylül 2019 ve iki gün sonrasında 26 Eylül 2019 tarihlerinde meydana gelen 4.6 ve 5.8 büyüklüğündeki iki deprem, bugün bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerle kilitli olduğu belirtilen Kumburgaz Baseni’nden geçen Orta Marmara fayının kuzeyinde meydana gelmiştir.
Bu deprem sismologları tedirgin etmiş ve kilitli olan fayın çevresinde meydana gelen depremin “kilitli fayı uyandırmaya” çalıştığı şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca 1999 depreminden bugüne, depreme hazırlanmamış İstanbul başta olmak üzere Marmara Bölgesi’nin depreme hala hazır hale getirilmediğini de ortaya koymuştur.
Kilitli fay uyanmaya ve uyarmaya devam ediyor!
Kilitli bir fay gerilmeyi önce çevresinde sonra da merkezinde başlayarak yamulmayla deprem hareketinin nasıl seyredeceğini bize gösterir. Yani “elastik rebound teorisiyle” ifade edilen sürecin gerilme/deformasyonun yer kabuğunda nasıl şekillenip; depremi ne zaman meydana getireceğinde ifade edildiği gibi davranır.
24-26 Eylül 2019 ve 11 Ocak 2020 depremleri asıl kırılması gereken Orta Marmara fayının çevresinde meydana gelen şekil değiştirmeler olarak yorumlayabiliriz.
Son deprem 26 Eylül kırığının yaklaşık 1 km doğusunda olmuştur. Bu röportajı yaptığımız anda depremin mekanizma çözümü rasathaneler tarafından yayınlanmadığı için bu iki deprem arasında bir ilişki kurmak şimdilik mümkün değildir. Ancak son depremin bağımsız olması ve etkinliğin benzer bir şekilde belirli periyotlarda, benzer büyüklüklerde depremlerle tekrar etmesi; büyük depremin giderek yaklaştığını göstermektedir.
Fermuar tamamen açıldığında, büyük deprem meydana gelebilir
Yani fermuar yukarıdan aşağıya doğru açılmaya başlamış ve son noktaya geldiğinde sanki çevresindeki gerilmeden bağımsız (kilitlenmeyen neden olan olgu bu olabilir) olarak kırılacak fayın üzerinde biriktirdiği tüm enerjiyi boşaltacak şekilde davranmasına neden olacaktır. Ya da çevresinde orta büyüklükte depremleri beklemeden, kırılacaktır.
Bu nedenle 24-26 Eylül depremleri sonrası elbisenin fermuarı açılmış ve son depremle bu fermuar daha da aşağıya çekilmiştir. Her iki durumda da büyük depremi öne alan bir sürecin parçası olarak yorumlanabilir.
Bu nedenle 17 Ağustos 1999 depreminden bugüne kentlerdeki yapıları depreme hazırla(ya)mayan ve kent sakinlerinin bir an önce güvenli yaşam hakkını sağlamayanlar bir an evvel kamu bütçesiyle bunları sağlanmalı ve diğer tüm mega projeler ivedilikle terk edilerek, en kutsal bir hak olan “güvenli barınma hakkı” ivedilikle tesis edilmelidir.
Bir bilim insanının görüşleri bu şekilde. Deprem yaklaşıyor. Peki biz hazır mıyız? Ya da şöyle sorayım daha büyük (!) projelerden depreme hazırlanmaya zamanımız kalır mı?