Bu topraklarda doğmadı erguvan… Anavatanı olarak Güney Avrupa ve Batı Asya bilinir… Ama İstanbul’u vatan bilmiştir, özellikle Boğaziçi’ni… Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan Boğaz’ı çok sevmiştir… İstanbul’un çiçeği laleyse, Boğaz’ın sembolü erguvandır… Bebek’ten Beykoz’a kadar mavi suların en güzel mücevheridir erguvanlar. O kadar yakışmıştır ki bu benzersiz coğrafyaya, iki yakanın bakılmaya doyulmayan güzeli olmuştur… Üstelik müdanası yoktur kimseye, kendiliğinden yetişir…
O bir ‘Çalıkuşu’
“Çalı görünümünde bir ağaççık” diye tarif etmiş sözlükler onu ama o olsa olsa bir “Çalıkuşu”dur, öylesine iyi gelir ruha… Nisan sonundan mayıs ortalarına kadar çiçekleriyle İstanbul Boğazı’nın iki yanını biraz mora, biraz pembeye, biraz eflatuna boyar… Yok, haksızlık etmemek lazım, düpedüz erguvan rengidir bu… Ama ömrü kısadır… Bilemedin bir aydır. Sonra seneye kadar inzivaya çekilir.
Hayat doludur
Nisan gelip de Boğaz erguvanlarla boyanınca içimizde de güneş açar. Işık ağacıdır o… Baharın müjdecisidir, kışın kasvetli günlerini geride bıraktığımızın habercisidir… Kadim bir bitkidir aynı zamanda… Batılılar “Yahuda’nın ağacı” der ona… Efsaneye göre, Hazreti İsa’nın 12 havarisinden birisi olan Yahuda, İsa’ya ihanet eder ve yerini Romalılara söyleyerek yakalanıp çarmıha gerilmesine neden olur. Ancak yaptığına pişman olup, vicdan azabıyla kendini bir erguvan ağacına asar. Ağacın daha önce beyaz olan çiçekleri de utançtan kızarıp erguvan rengini alır.
Eski bir İstanbul hanımefendisi
Eğer dili olsaydı erguvanların, İstanbul’un nereden nereye geldiğini en etkileyici şekilde anlatabilirdi bize… Boğaz’ın eşsiz manzarasında, yalıların arka fonunu oluşturan yamaçlarda, köşklerin arasında kısa bir süreliğine açan çiçeklerinin büyüleyici rengini dile getirebilirdi… Ama şimdi betonlar arasında kalmaktan dolayı hüzünlü olduğunu da belki söylerdi, “Beni betonların arasında boynu bükük bıraktınız” derdi… Belki de geçmişe özlem duyan ama kederini içine gömen eski bir İstanbul hanımefendisi gibi sadece susardı, yaşadıkça çiçek açması gerektiğini bilen bir ağırbaşlılıkla kelimelere yaslanmazdı.
Osmanlı’da erguvan şenliği
Erguvanın Osmanlı’da da saygın bir yeri vardı. Bursa’nın da simgesiydi bu çiçek. Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt’ın damadı, Anadolu erenlerinden Emir Sultan (Emir Buhari), her yıl erguvanların açtığı mevsimde Bursa’da müritleriyle buluşurdu. Bu buluşma nedeniyle erguvan şenlikleri düzenlenirdi. Şenliklerin şehrin ekonomisine olumlu etkileri görülünce 19. yüzyıla kadar gelenek olarak sürdürüldü.
Bizans’ın rengiydi
Erguvan, Bizans İmparatorluğu’nun resmi rengiydi. İstanbul’da erguvan çiçeklerinin açtığı mayıs ayında kurulmuştu Bizans. İmparatorlar, sarayın erguvan renkli odasında dünyaya gelir, erguvan renkli giysiler giyerdi. Sadece imparator ailesinin giyebildiği erguvan renkli ipek elbiseleri boyama hakkı, imparatorluğun en eski loncalarından ‘erguvan boyası loncası’na aitti. İmparatorlar için hazırlanan İncillerin ciltleri de erguvan rengine boyanırdı.
Şairlere ilham verdi
Ziya Osman Saba’nın ‘Artık Yaşamak İçin’ adlı şiirinden bir dörtlük:
Düşünceli yürürken bir yol dönemecinde
Çıkacak ömrümüze beyaz dallarla bahar
Hatırlatacak bize şen çocukluğumuzu
Erguvanlı bir bahçe, mor salkımlı bir duvar
Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘Bahçelerden Uzak’ şiirinden iki dize:
Beklemem fecrini leylaklar açan nisanın
Özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın