Malum, eski İstanbullular, Boğaziçi’nin mânen dört ulu kişi tarafından korunduğuna inanırlar. Aziz Mahmud Hüdâyî, Beşiktaşlı Yahya Efendi, Telli Baba ve Yûşâ Aleyhisselam’ın çevrelediği bu hat; Üsküdar-Beşiktaş-Rumeli Kavağı-Beykoz hattında şekillenen hayatlardır. Meraklısı; tarih, tasavvuf, edebiyat, şiir ve müziğin iç içe geçtiği ve İstanbul şehir kitaplığında bir ilk olan çalışmamın detaylarını iki kapak arasından takip edebilirler, dedikten sonra kentin izini sürmeye yeltenelim. Çünkü bu, kendi ruhunu tamamlamaya yönelik bir yürüyüştür. Ha, şunu da peşinen söyleyeyim: İşaret edeceğim yerlere şahsî araçlarıyla ulaşım sağlayacak olanlar vardır elbette; fakat bencileyin ‘akbil’ kullananlara göre tarif vereceğim. Başlayalım…
Lale: Hüdayi tekkesinden İstanbul’a bir armağan
Üsküdar, İstanbul’un neresinde oturursanız oturun, kolaylıkla gelebileceğiniz bir ‘şehir.’ Merkezdeki gürültülü karmaşaya, kakafoniye aldırmayın ya da aldanmayın. Bu eski kapıyı sessizce açın ve yolunu takip edin sabırla. Marmaray veya metro bağlantılarıyla bir biçimde buraya ulaştıysanız şayet; yönünüz Hakimiyet-i Millîye caddesi olsun. Yolun sağında, Yeni Valide Cami karşılayacak, Lale Devri’ne ışınlanmış hissedebilirsiniz kendinizi. III. Ahmed’in annesi Hatice Emetullah Sultan’ın “Uzaktan büyük bir kuş kafesi andıran” türbesinin yanından geçtiyseniz rotadan sapmadınız demektir.
Birazdan karşınıza Aziz Mahmud Hüdayi türbesini gösteren levhalar çıkacak. Artık bundan gayrısı kondisyonunuza kalmış; çünkü dik bayırı da aştıktan sonra Hüdayi’nin Külliyesi’ne ‘merhaba’ diyeceksiniz. “Sultanlara Sultanlık Eden Sultan” başlığının altında onun Tanzimat mimarîsiyle bezenmiş camisi, türbesi işte karşınızda. 17. asrın bu büyük ismi, tasavvufta Celvetîlik diye adlandırılan yolun hem yolcusu hem bekçisi. Kabaca, halk için Hak’la beraber olma metodunun uygulayıcısı ve onun bu muhiti, sadece Osmanlı’da değil, Cumhuriyet Türkiye’sinde de uğrak ve hâlâ konuşan yerlerden olmuş. Bir de Reşat Ekrem Koçu’nun kaydına göre, lale merakı, Hüdayi tekkesinden yayılmış şehr-i İstanbul’a.
Yûşâ Tepesi: İstanbul’un sükûnet bahçesi
Dört muhafızı, bir günde toplu taşımayla gezmek sanırım yorucu. Anadolu ve Avrupa yakasında iki, iki bulunan şehrin azizlerini yavaş yavaş ziyaret edebilirsiniz, hatırlatmış olayım. Haftaiçi Üsküdar’dan Anadolu Kavağı’na motor kalkıyor. Karadeniz’e giden güzelliğin keyfini çıkarmak için harika bir deneyim. Beykoz’a kadar bu yolla gittikten sonra buradan Yuşa’ya çıkan otobüslere binebilirsiniz. Osmanlı zamanında da bin bir zahmetle varılan bu tepeden, yani Boğaziçi’nin sahile en yakın-yüksek yerinden, İstanbul’a bakmaksa
özel bir an olsa gerek.
Rivayete göre, Hazreti Musa’nın ardılı Yuşa Aleyhisselam, tarihî kayıtlara göre Kudüs’ü fetheden ve İsrailoğulları’na yurt olarak veren peygamber. Onun ‘iki denizin birleştiği yer’de hatırası olduğu muhakkak. İstanbulluların zihninde ‘17 metrelik peygamber’in bugünlere uzanan resimleriyse oldukça şenlikli. Bir başka muhafız Yahya Efendi’nin keşfiyle açığa çıkan bu makam, III. Osman dönemi sadrazamlarından Yirmisekiz Çelebizade Mehmed Said Paşa’nın 1755’te buraya mescit kondurması ve türbedar tayin etmesiyle resmen İstanbulluların ‘kamusal alan’ına dahil edilir. Bundan sonrası, Neyzen Tevfik’in “Çıkarız Yuşa’ya doğru/Bu safa da çabadır…” çeşnisini sunar.
Telli Baba: Biraz gerçek, biraz düş
Şimdi… Biraz nefeslendikten sonra buraya nasıl geldiyseniz aynı usulle evinize dönebilirsiniz. Ama ‘ben daha gezerim, evelallah’ diyorsanız, Yuşa’nın önünden Anadolu Kavağı’na giden otobüsler geçiyor, bu bir. Orman havası almak istiyorsanız, takribi 30 dakikalık bir yürüyüş temposuyla kavağa varmak da mümkün, bu iki. Anadolu Kavağı’na geldiyseniz, komşusu Rumeli Kavağı’na kalkan motora binebilirsiniz. Sarıyer’in bu mahallesine ayak bastığınızda, Telli Baba’nın türbesini sorun, az biraz çıkacağınız yokuşun bitiminde Hazret, karşınızda olacak. Efsanesi, gerçeğinden daha fazla yer tutuyor İstanbul folklorunda. Kimdir, necidir sorularının net bir cevabı yok ‘şimdilik.’ Ama Muzaffer Ozak’a göre Kadirî tarikatının bir kolunda şeyh efendilerin taçları, yani başlarına sardıkları tarikat sarıklarının üzerine ‘gelin teli’ takılırmış. Burada metfun bulunan zat da tacına gelin telleri takmayı alışkanlık edindiğinden ismi ‘Telli Baba’ diye anılır olmuş. Türbede II. Mahmud’a ait kitabeden hareketlr, onun 19. yüzyılda yaşadığını tahmin edebiliriz. Bu arada İstanbul’un sonu, son İstanbul, bu sebepten etrafı kadrajlamayı ihmal etmeyin.
Sana Yahya Efendi’den baktım aziz İstanbul!
Evet, Boğaziçi’nin rota üzerindeki son muhafızındayız. Saatlerinizi Rumeli Kavağı-Eminönü vapuruna göre ayarlayın, Beşiktaş iskelesinde inin. Yönünüzü Ortaköy istikametine çevirin, Yahya Efendi’nin külliyesi solunuzda kalacak. Evet, yine yokuştan çıkacaksınız; ama tekkenin balkonundan, yani seyirlik terasından Boğaz’ın maviliğine baktığınızda ruhunuz çiçeklenecek, kesin. Aslında bütün hikâyenin başladığı yerin sonundayız. Çünkü Yahya Efendi, Şehzade Mustafa’nın katledilmesine ses çıkarmasa, sütkardeşi Kanunî’ye küsüp; İstanbul’dan Beşiktaş’a gelmese, ardından ara ara inzivaya çekilmek için Yoros Kalesi civarına gitmese, yüzyılları örten bu tılsımlı şaldan haberimiz olmayacaktı. Özetle Boğaz’ın Dört Muhafızı; şehrin geçmiş fotoğraflarını, İstanbul’un geleneğini muhafaza ediyor, telaşlı zamanları, incelikli vakitlere dönüştürüyor, bu saatleri yeniden işletiyor. Çünkü onlar hep orada… Peki, sen neredesin sevgili okuyucu?