Yüklü miktarda yapılan vurgunlara Tosuncuk sayesinde epey aşina olduk. İnsanların nasıl kolay kandırabileceğini, gerçek olmayan bir şey için ne kadar büyük meblağlar harcayabileceğini artık hepimizin öğrendiğini varsayıyorum.
Tosuncuk adıyla bilinen Mehmet Aydın, yaklaşık iki yıl içerisinde 80 bin kişiyi dolandırarak 500 milyon TL’ye yakın para topladı. 500 milyon TL büyük bir meblağ gibi gözükebilir, ancak kendisine bile ait olmayan Eyfel Kulesi’ni satmak isteyen Victor Luig gibi Aydın’ın yanında masum kaldığı birçok insan bulunuyor. Bunların başında da Kripto Kraliçe olarak anılan Ruja Ignatova bulunuyor.
Dünyanın en büyük vurgunların biri, Ruja Ignatova’ya ait
Başarılı bir iş insanı olarak anılan Ruja Ignatova, insanların karşısına ilk olarak 2016 yılında çıkmıştı. Londra’daki Wembley Arena’da binlerce kişinin karşısında yeni kripto para birimi OneCoin’i tanıtan Ignatova, yakın bir zamanda insanların Bitcoin denen şeyin ne olduğunu unutacağını dile getirmişti.
BBC’ye sızdırılan bilgilerde, 2016 yılının ilk 6 ayında OneCoin’e 30 milyon euro yatırıldığı ortaya çıktı. Hatta bunun 2 milyon euroluk işlemi, sadece iki hafta içerisinde gerçekleşmişti.
2014-2017 yılları arasında OneCoin’e yatırılan miktar 4 milyar euroya ulaştı ve dünyanın dört bir yanından insanlar, bu kripto para birimine ilgi duymaya başladı.
Aslına bakarsınız OneCoin’in batış hikayesi, Bjorn Bjercke adında bir blockchain uzmanının OneCoin’den iş teklifi almasıyla başladı. Bjercke, 2016 yıllarının başlarında, Ruja’nın Londra’daki gösterisinden tam 4 ay sonra şirketten yıllık 250 bin sterlin maaşı olan bir iş teklifi aldı.
Bjercke, teklifi aldığında iş tanımının ne olduğunu henüz bilmiyordu. OneCoin’i büyük bir şirket olarak görmüştü ve kendisi gibi blockchain uzmanına neden ihtiyaç duyduklarını da anlayamamıştı. Şirket, Bjercke ile ikinci konuşmasında ona blockchain altyapısı kurmak için ihtiyaç duyduklarını dile getirmişti. Tahmin edebileceğiniz üzere böylesine büyük bir kripto para biriminin blockchain altyapısına sahip olmaması Bjercke’i hayal kırıklığına uğratmış, başarılı iş insanı OneCoin’de ters bir şeyler gittiğini hissederek teklifi reddetmişti.
Brecke’in hikayesi, daha sonra arkadaşlarıyla birlikte OneCoin’e 250 bin doların üzerinde yatırım yapan Jen McAdams’ın kulağına gitmişti. OneCoin için epey heyecanlı olan McAdams, büyük meblağlarda yatırım yaptıktan sonra kripto para savunucusu olan Timothy Curry ile Skype’ta bir toplantı yaptı. McCurry, bu toplantıda McAdams’a Bjercke’nin iş görüşmesi hikayesini anlatmıştı ve asıl fitil tam o anda ateşlendi.
McAdam, OneCoin’in sadece SQL sunuculu bir veritabanına sahip olduğunu öğrendiği zaman neredeyse bayılacak duruma gelmişti. Tahmin edersiniz ki işler bu olaylardan sonra çorap söküğü gibi geldi ve Ruja, tüm bu skandallar bir bir ortaya çıkarken yaptığı devasa harcamalarını insanların gözüne sokmaya başladı.
Olayların gerçek yüzü, 2017 yılının Ekim ayında yapılan bir bir etkinliğe Ruja’nın çıkmamasıyla başladı. Etkinliğe katılan insanlar, dakikalarca Ruja’yı bekledi, yetkililer Ruja’nın yolda olduğunu ve her an gelebileceğini söyleyerek insanları sakinleştirmeye çalıştı ancak Ruja bir daha asla gün yüzüne çıkmadı. CIA’in topladığına göre Kripto Kraliçesi olarak anılan Ruja Ignatova, 15 milyar dolar değerindeki vurgunuyla birlikte en son Sofya’dan Atina’ya giden bir uçakta görülmüştü.
Plus Token, vurgundan sonra ardında “Üzgünüz, kaçtık” notunu bırakmıştı
Kripto saadet zincirlerinden en bilineni belki de Plus Token’dır. Asya’da bulunan yatırımcılarına aylık %9-%18’lik oranlarda getiri imkanı sunan Plus Token’ın reklamları, dünyanın dört bir yanında yankılanıyordu.
Plus Token’ın sosyal medyada sürekli göz önünde olması ve şirketin potansiyel yatırımcılarıyla yüz yüze görüşmesi, bu kripto para birimini son derece güvenli gösteriyordu.
Şirket, 2019 yılında elde ettiği kârları platformdan çekmeye başladı ve bu da doğal olarak, yatırımcıları bir hayli endişelendiren bir durum oldu. Kısa bir süre içerisinde Plus Token ekibin 3 milyar dolardan fazla bir meblağ ile birlikte kayıplara karıştığı ve ekibin ardında bıraktığı bir not ortaya çıktı; “Üzgünüz, kaçtık.”
“Ponzi” teriminin babası: Charles Ponzi
Listemizin üçüncü sırasında, Ponzi teriminin ortaya çıkmasını sağlayan ve ABD’nin en büyük dolandırıcısı olarak nitelendirilen Charles Ponzi yer alıyor. 1882 yılında herkesin bildiği o tipik Amerikan rüyasını gerçekleştirmek için İtalya’dan ABD’ye gelen Ponzi, bugün kolay yoldan para kazanmak isteyen herkes için ilham kaynağı olarak görülüyor.
Fakir bir ailede büyüyen ancak bir anda zengin olma hayalleri kuran Ponzi, işe ilk önce ülkeler arası sahte kupon işiyle başladı. İnsanlara posta kuponları satın alarak günlük %50, hatta %100’ye kadar kazanç sağlayabileceklerine dair reklamları gazetelerde yayınlamaya başlayan genç adam, insanların ilgisini çekmeyi ve ilk yatırımlarını almayı başardı.
Zamanla insanlar, Ponzi’nin kapısının önünde kuyruklar oluşturmaya başladı ve gerçekten de Ponzi’nin vaat ettiği gibi bir ay içerisinde %50 faiz almayı başardılar. Ancak kimsenin bilmediği bir şey vardı. Ponzi’nin ortada sattığı bir kupon falan yoktu aslında. Zeki adam, önce gelen müşterilerden aldığı paralarla faizi biriken eski müşterilerinin faizlerini ödüyordu ve son derece yoğun bir ilgi gördüğü için de zincir kusursuz bir şekilde işliyordu.
1920 yılında gazetelerde Ponzi’nin yaptığı işin yasal olmadığına dair haberler çıktı. Bu haberlerin ardından polisler Ponzi’yi soruşturma altına aldı ve bu sırada yeni yatırımlar almasını da yasakladı. Ponzi, başta bu yasağı pek önemsemedi, ancak yatırımcılar bu haberlerin ardından tedirgin olmaya başladı ve Ponzi’ye verdikleri parayı 0 faiz olsa bile geri almak istediler. Bu da bir zamanlar mükemmel bir şekilde işleyen zincirin bozulmasına sebep oldu ve Ponzi, yavaş yavaş kan kaybetmeye başladı.
Ortada satılan gerçek bir kupon olmadığı anlaşılınca Ponzi hapse atıldı, hapisten çıktığında ise yine benzer işlere girişti ve bu işte de iflas edince ikinci defa hapise girdi. Hapisten çıkınca eski dolandırıcılığına geri dönmek istemeyen Ponzi, bir hava yolu şirketinde görevli olarak Brezilya’da yaşamaya başladı ve 1949 yılında Rio de Janeiro’da bir kimsesizler yurdunda hayata veda etti.
Eyfel Kulesi’ni ilk defa satan tanışın: Victor Lustig
Bu ana kadar hep kripto para ve ponzi sistemleri üzerinden gittiğimizi biliyorum. Ancak Victor Lustig, dönemin şartlarına göre kendisini ciddi boyutlarda aşmış bir dolandırıcı ve yaptığı şeylerin de listedeki diğer isimlerden kalır bir yanı yok.
Avustralyalı Kont Lustig, uzun yıllar boyunca kendi ülkesi ve ABD arasında mekik dokuyarak önce pokerle, daha sonra da çeşitli kurnazlıklar ile geçimini insanları dolandırmak üzerine sağlıyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kalıcı olarak ABD’ye yerleşme kararı alan Lustig, burada American Savings Bank’ı dolandırdığı için tutuklanmış, ancak kurnaz diliyle polisleri bile masum olduğuna ikna etmişti.
Lustig daha sonra Kanada’ya taşındı ve dolandırıcılığına burada da devam etti. Hatta Kanada’da son derece önemli bir bankacıya kendini saygın bir bahisçi olarak tanıtıp adamın 30 bin dolarını bile çaldı.
Eyfel Kulesi’nin satılma mevzusu ise 1925 yılında yayınlanan bir gazete sayesinde başladı. Lustig, gazetede Eyfel Kulesi’nin bakım ve onarımı için sökülmesi gerektiğini ve bunun epey pahalıya mal olacağını okumuştu. Gazeteyi okuduğu anda binbir tane kurnazlık planı kurmaya başlayan Lustig, işe ilk olarak ABD’den birlikte geldiği arkadaşı Daniel Collins ile birlikte Paris’te son derece lüks bir otelden oda ayırtmakla başladı.
Lustig, daha sonra otel yetkililerine kendisini Fransız Bayındırlık Bakanlığı’nda görevli biri olarak tanıtıp onlardan Paris’in en ünlü hurdacısı ile görüşme ayarlamalarını istedi. Lustig, tüm konuşmaların gizli kalması için yemin ettirdiği hurdacıya Eyfel Kulesi’nin yıkılmak üzere olduğunu, sökülmesi için de bu adamı seçtiklerini dile getirdi.
Lustig’in hurdacıyı tam olarak ne kadar dolandırdığı söylenmiyor, ancak kayıtlara geçen bilgilere göre Lustig adamın parasını sadece Eyfel’in sökülmesi için değil, belediye işçilerine verilecek rüşveti de cebine indirmiş durumda.
Paris’in en önemli hurdacısına vurgun yaptıktan sonra bir anda kayıplara karışan Lustig ve arkadaşı, ünü Fransa’da yankılanmadığı için epey üzülüyor. Çünkü hurdacı dolandırılıp rezil olduğunu tüm Paris’e duyurmamak için Lustig ve arkadaşını polise bile bildirmemiş.
Bugüne kadar bankaları, hatta polisleri bile dolandıran Lustig, Fransa’da ünlü olamadığı için bir hayli bozuluyor ve başladığı işi tamamlamak üzere Paris’e geri dönüyor. İşin en komik ve can alıcı kısmı burada başlıyor. Çünkü Lustig ve Daniel, bir önceki yöntemin birebir aynısını kullanarak Eyfel Kulesi’ni ikinci kez başka bir adama satmayı başarıyorlar.
İkinci hurdacı, bu sefer itibar gibi şeylerle pek ilgilenmiyor ve derhal polise gidiyor. Lustig ve Daniel’in ismi Fransa’daki bütün gazetelerde yankılanırken polis, harekete de geçse de ikili ABD’ye tüydüğü için iş işten geçmiş oluyor.