Sosyal medyada yazdığı öyküleri takipçilerinin ısrarı üzerine kitaplaştırarak okurla buluşturan Twitter fenomeni Goryot Goryoteviç, ilk öykü kitabının ardından İndie Yayınları’ndan çıkan “Lili” isimli romanıyla okurla buluştu.
2017’de Tayland sel baskınında mahsur kalan çocukların kurtarılmasıyla ilgili dünya basınında çıkan haberleri derleyip Türkiye gündemine sunmasıyla ünlenen yazar, pek de alışık olmadığımız bir yolu tercih ederek gerçek kimliğini açık etmeden, anonim bir isimle yazarlığını sürdürüyor.
1917 Ekim Devrimine hasbelkader katılan Garo’nun absürt hikayesiyle başladığı yolculuğu “Lili” romanıyla Esenler Otogarı’nın distopik iklimine taşıyan Goryoteviç’e yeni romanını sorduk…
İşte, “Esenler otogarı günümüz Türkiye’sinin özeti” diyen yazara sorduğumuz sorular ve yanıtları:
– Yazın serüveninizi dinleyelim önce… 2017 Tayland’da mağarada mahsur kalan çocukların haberini Sosyal Medya’daki aktarımlarınızla mı başladı her şey? Öncesini de dinlemek, sizi tanımak isteriz.
Yazın serüvenim lise yıllarımda şiir denemeleri, üniversite yıllarımda cep öyküleri yazmayla başladı aslında. O dönemler kimselere okutma cesaretini kendimde görememiştim, ta ki kimsenin haber yapmayı akıl edemediği bir olayı haberleştirene kadar. Bir haftadan uzunca bir süre oradaki çocukların hayatta kalma çabalarını yazdığımda, insanların bu bilgi sellerini haber değil de öykü okur gibi okuduklarını fark ettim. Sonrası malum; sosyal medyada paylaştığım benim de en sevdiğim diyebileceğim, Ekim Devrimine hasbelkader katılan Garo’nun absürt hikayesiydi, aldığım olumlu tepkilere ben de çok şaşırmıştım. Bazı insanlar bu öykülerin devamının gelmesi yönünde istekli olunca kalemim ivme kazandı.
– Anonim yazarlığı tercih ediyorsunuz. Aslında bize çok da yabancı diyemeyiz; “Aslı ile Kerem” anonim bir eser ya da Dede Korkut Hikayelerimiz var, kolektif bir anlatı… Fakat günümüzde yazı, yazarın “kendini gerçekleştirme” faaliyeti olarak sunuluyor. Anonim yazmak “kendini eksik bırakma” hissi yaratıyor mu sizde?
Her şey bir yana yazmaya olan merakım, herhangi bireysel bir iç çekişmeyi ya da kendini gerçekleştirmeye olan hevesimden değil, yaşadığımız zamana dair bir takım gözlemleri insanlara aktarma sorumluluğu hissetmemden geliyor. Ben tanıklık ettiğim olayların bana atfettiği bu yükü yazarak üstlenmeye çalışıyorum. İşte anonim bir isim kullanmamın temeli de buraya dayanıyor ve bu yükü hayalet bir karakter misali halktan biri olarak yapmaya çalışıyorum. Maske kullanarak yazmak bir yerde kimin yazdığından çok yazılanın kimleri ilgilendirdiği ile alakalıdır. Birey olarak şahsımın yazdıklarımla ilişikte olmamasını istiyorum hepsi bu, gizem arayışında değilim. ‘Kendini eksik bırakma’ kısmına gelirsek; yazılarımı, sistemle karşı karşıya kalmış bir toplumun, ahlaki buhranını, sistem karşısında bocalayışını aktarmaya çalışıyorum. Bu işi yaparken de birey olarak kendimin bu döngüde olmasını doğru bulmuyorum, çünkü bireysel anlamda kimliklerin yazılanın önüne geçmemesi gerektiğini düşünüyorum; yazdıklarım benim değil hepimizin hikayesidir.
“ESENLER OTOGARI GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNİN ÖZETİ”
– Yeraltı edebiyatı furyası biraz duruldu gibi… Şiddet, kumar, cinayet, Suriyeliler, Esenler Otogarı, “Lili ve Aras”… Çağımızın Aslı ile Kerem’i de böyle mi oluyor sizce, biraz yeraltı biraz da distopik?
Günümüz edebiyatı sanki bir kelam etsem boğazıma düğümlenecek gibi. Bugünün yazarları hep geçmişin kült yazarları ile kıyaslanıyor maalesef, her çağ kendi özgün yazarlarını çıkarıyor, şimdi de distopik hikayeler zamanı ve bunun tek müsebbibi anaparacı bir sistemde yaşıyor olmamız daha doğrusu onun pik yaptığı döneme denk gelmemiz.
Tam da bu yüzden Aslı ile Kerem’in hikayesini Lili ile Aras üzerinden, yeniden yazarken salt aşk kurgusundan ziyade sistemin tahakkümü altında ezilen, başkalaşan insanların; çaresiz şehir hayatlarını, artık kana boyanmış sokakları, insanların umarsız sahtelikleri ve ikiyüzlülükleri üzerinden anlatabiliyoruz. Bunun adını yeraltı edebiyatı olarak mı koymak gerekir yoksa toplumcu gerçekçi halk edebiyatı mı buna okur karar vermeli.
– Esenler Otogarı nereden esti?
Esenler otogarı biraz da günümüz Türkiye’sinin özeti gibi duruyor; alt ve üst katları, orada yaşayan insanlar ve onların içinde bulunduğu kirli ilişkiler yumağı. Burayı salt anlamda yolcu transferlerinin yapıldığı bir yerden ziyade ülkemizi baştan sona anlatan bir anıt olarak düşündüğümüzde eksik hiçbir yanı yok. Doğal olarak Lili ile Aras’ın hikayesinin buradan başlamasının sebebini de bu açıdan okuyabiliriz.
“DADALOĞLU, KÖROĞLU PİR SULTAN SOSYALİST MİYDİ?”
– Romanda şöyle geçerken sosyalist harekete de ufak bir dokundurma fark ettim. Şimdi spoiler olmasın tabi ama Hasan Dağı Türküsü’nü o bölümden sonra Ruhi Su’nun dilinden defalarca dinledim. Orada bir tür ‘zirve’ yapmış roman…
Aslına bakarsanız oradaki dokundurmanın temelinde yatan; benim, Anadolu’nun aydınlık tarafının tarihten bugüne yaşamış olduğu acıları işleme merakım diyebiliriz. Daha önce Şeyh Bedrettin Destanı’nı da bu döneme uygun bakış açısıyla kaleme almaya çalışmıştım, bu benim sosyalist bir bakış açısına sahip olduğum için değil, her konuşmamda bahsini ettiğim Anadolu’nun aydınlık tarafında durduğum içindir. Dadaloğlu, Köroğlu, Pir Sultan sosyalist miydi bilinmez fakat hak mücadelesinin ışıltısını saçtıkları belli, bu durum Ruhi Su için de geçerli… Bana düşen bugünün izbe bir sokağında yaşayan insanların tutarsız yaşamını anlatıp yeniden işleyerek, geçmişin acılarıyla harman edebilmek. Nasıl ki Ruhi Su, Nazım Hikmet’in ‘Süvarinin Türküsü’ şiirini bestelemişti, ben de onun bir anısından romanımda bahsettim, belki de yukarıda sorduğunuz ‘kolektif anlatı’ sorunuzun cevabı bu olabilir, kendimden öncekilerin yazdıkları ve yaşadıklarından bağımsız bir edebiyatın tarafında değilim.
– Yeni çalışma var mı?
Elbette. Şu an üzerinde çalıştığım bir roman daha var. Biraz bahsetmek gerekirse; okuru yer altı hikayesinden daha çok yerin dibine doğru bir yolculuğa çıkarmak istiyorum. Bu süreç benim için diğer çalışmalarımdan daha meşakkatli geçiyor, bu defa sokağın bir köşesindeki hayatlar üzerinden evrensel bir kavramı anlatmaya çalışıyorum.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Yazın hayatımda bana desteklerini esirgemeyen tüm okur dostlara teşekkür ederim. Bu güzel röportajı yaptığınız için ayrıca size de teşekkür ederim.
Söyleşi: Sinan Acıoğlu