Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Başkanı Abdurrahman Kaan, “Gündem Özel” sorularımızı yanıtlarken “Milli bir iktisadi yol haritası çıkarılmasını önerdi. Kaan, “Tekrarlaması muhtemel salgınlar ve afetler için üretim üsleri kurmak zorundayız. Üretim üsleri kurarak salgın ya da ağır afet durumlarında firmaları, çalışanları ve üretimi korumak, tam kapanma olmadan devam ettirmek mümkün olur” dedi.
MÜSİAD Başkanı Abdurrahman Kaan’a sorularımız ve yanıtları şöyle:
Milli iktisadi yol haritası
• Türkiye, COVID-19 sonrasına nasıl hazırlanmalı? Bu hazırlık hangi dinamiklere dayanmalı? Size göre virüs sorunlarıyla, başa çıkmak ve sonrasına hazırlıklı olmak nasıl bir milli tasarım gerektirir?
COVID-19 sonrası süreç, her şeyin yolunda gideceği bir gül bahçesi değil elbette. Öncelikle bu sürecin iktisadi kalıntılarını gidermek gerekecek. Dolayısıyla milli bir iktisadi yol haritasını bugünden çıkarmamız lazım. Öncelikle kendine yeten ülkeler kategorisine girmek için tarım ve hayvancılık başta olmak üzere kritik sektörlerimizde yeni bir üretim ve yatırım planlamasının yapılması gerekiyor. Türkiye tedarik ve lojistik hatları üzerinde olma pozisyonunu hâlâ etkin şekilde kullanabilmiş değil. Türkiye hâlâ uzman olduğu ve uzun yıllardır dünyada üretici pozisyonunda olduğu sektörlerde marka çıkarabilmiş ya da katma değeri yüksek ürünler pazarlayabilmiş bir ülke değil. Biz MÜSİAD olarak saha yaygınlığımızı kullanarak tüm üyelerimize üretim ve ticarette yeni dönemin koşullarını anlatıyoruz. Tekrarlaması muhtemel salgınlar ve afetler için üretim üsleri kurmak zorundayız. Biz bu konuda Üretim ve Yatırım Üsleri Projemizi tasarladık, iki tanesini de hayata geçirdik. Model doğru incelenirse bu üslerin temel mantığının üretimin yanında özünde, insanı öncelediği de görülecektir. Üretim üsleri kurarak bu tür salgın ya da ağır afet durumlarında firmaları, çalışanları ve üretimi korumak ve tam kapanma olmadan devam ettirmek mümkündür. Ancak sadece bu tür projeler değil, temelde iktisadi bakış açımızın değişmesi gerekiyor. Hammadde veya yarı mamuldeki bağımlılığın en aza indirilmesi esastır.
Yapılandırma sermaye kaybı yaratır
• COVID-19 ile hızlandığı görülen teknolojik dönüşüm sürecini zaten borçlu ve ancak yeniden yapılandırmalarla ayakta durabilen firmalarla nasıl yürüteceğiz?
Aslında kriz dönemleri hem ekonomilerin hem de firmaların dayanıklılığının test edildiği dönemlerdir. O zamana kadar sistem içinde kaybolan tüm sorunlar su yüzüne çıkar. Maalesef bizim firmalarımızın ve bazı sektörlerimizin iktisadi yapı içindeki bağışıklık sistemleri güçsüzdür ya da yeterince dayanıklı değildir. Virüsler karşısında direnç göstermekte zorlanırlar ve düşerler. Firmalarımızın sermaye ve finansman yapısı, vade ve satış sistemi, işgücü kalifikasyonu, stok yapısı ve yönetimi, teknik altyapısı COVID sonrası dönemde teknolojik dönüşüm için gerekli testleri barındırıyor. Bu beş kriter üzerinde sağlıklı bir planlama yapamayan firmalarımız maalesef borçluluk düzeyleri ile bir bakıma total ekonomik refleks kabiliyetimizi de sınırlıyorlar. Firmalarımız dövizle borçlanıp TL ile gelir elde ettiği sürece de bu bağışıklık güçlenmeyecektir. Sürekli yapılandırma ihtiyaçları yüzünden büyüme potansiyeli olan firmaların bir nevi istihkakını da alan bu firmalarımızı iktisadi yük olarak görüp süreci izlesek bu kez ciddi bir sermaye kaybı ile karşı karşıya kalırız. Firmalarımızı sürekli ayakta tutmak için yapılandırmaları devam ettirsek, bu kez yine sermaye kaybımız kaçınılmaz olacak. Burada ülkenin uluslararası piyasalardaki kredibilitesinin de etkisini göz ardı etmemek gerekir. Ülkemizin kredibilitesi yükseldikçe şirket borçluluk oranlarının krize dönüşmesinin önüne geçilebilir. Bir başka sorun da kredi maliyetleri. Maliyetler yükseldikçe borçları döndürmek için yeniden borçlanan firmalar düşük faiz ortamında rahatlayabilirler. Aynı şekilde düşük kur düzeyi de borçluluk üzerindeki yükü hafifletecektir. Ancak burada önemli olan husus, hem bireylerin hem de firmaların dövizi güvenli alan olarak görme alışkanlıklarından vazgeçmeleridir.
ABD ile ilişkiler sağlam şekilde devam eder
• ABD’de Biden dönemi ile Trump dönemini karşılaştırdığımızda, Türkiye’yi de etkileyecek ne gibi ekonomik vejeopolitik farklılıklar görüyorsunuz? Türkiye’nin ABD ile ilişkileri Biden döneminde nasıl gelişir?
Biden 1972’de henüz 29 yaşındayken senatoya seçilmiş en genç siyasetçi ve yarım asırdır Amerikan siyasetinde aktif bir oyuncu. Aynı zamanda klasik bir devlet adamı zihniyeti taşıyor. Yani her işin kendi muhatabı ile değerlendirilmesi ve çözülmesi gereğine inanıyor. Sadece Biden değil ekibinin de Türkiye’ye bakışı bizim aramızdaki yeni dönemin kodlarını barındıracaktır. Biden’in Türkiye ile münasebeti yeni değil. 1975 ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı askeri ambargonun altında imzası olan dört senatörden biri. 80 döneminde ABD’nin askeri talepler sürecindeki diplomasiyi yürüten isimlerden biri. Obama döneminde Türkiye politikaları üzerinde oldukça aktif bir aktör. Ancak her zaman mesafeli. Biden, diplomatik teamüllere uygun hareket eden bir isim. Trump gibi birinci derece sosyal ilişkiler üzerinden siyaset yapma modelinin olmadığı söylenebilir. Hatta 2011 yılında Sayın Erdoğan’ın rahatsızlığında Türkiye’ye yaptığı ziyaret bile tamamen diplomatik bir manevradır. Kamala Harris’in Türkiye ile doğrudan bir geçmişi olmasa da bunu danışmanları aracılığıyla gideriyor. Harris’in Ulusal Güvenlik Danışmanı tam bir Avrasya ve Orta Doğu uzmanı. Bu hat üzerinde Büyükelçilik görevleri almış biri. Biden Yönetiminin Dışişleri Bakanı ABD’nin Suriye politikasını etkin bir şekilde planlayan ve yöneten kişi. Savunma Bakanı ABD CENTCOM’u 2013-2016 arasında yöneten isim. Ortadoğu ve Kuzey Afrika Sorumlusu, Ortadoğu’daki Kürt coğrafyasını oldukça iyi tanıyan ve etkin bir isim. Özetle Biden yönetimi karşımıza oldukça kritik bir kadro ve farklı yönetim modeli ile çıkıyor. Ayrıca Trump yönetiminin neredeyse tamamen Protestan mezhebinin evanjelik kolundan geldiğini oysa Biden’ın bir Katolik olduğunu da unutmamak gerekir. ABD’nin Kennedy’den sonraki ikinci Katolik Başkanı. Bu durum elbette ABD iç dinamikleri açısından da ilginç gelişmelere gebe olacaktır. Yeni dönemde daha ağır bir diplomasi ve daha sağlam bir refleks kabiliyetimizin olması gerekmektedir. Ben yeni dönemdeki hem diplomatik hem de ticari ilişkilerimizin sağlam bir şekilde devam edeceğinden umutluyum.
Dünyada bazı eksen kaymaları yaşanacak
• Aşının uygulanmaya başlamasıyla dünyada beklentiler kısmen iyileşti. Ancak, araştırmalara göre tüm dünyada geleceğe ilişkin endişeler de var. İklim değişikliği, büyüyen gelir adaletsizliği, 10 yıl önceye göre katlanan borçlar. Ticaret savaşları, yükselen korumacılık eğilimleri. Siz geleceği nasıl okuyorsunuz?
Salgının ilk zamanlarında artık yeni bir sürece girildiği ve bundan sonra bambaşka bir dünya için yeni ve radikal yol haritası çizilmesi gerektiğinden bahsediliyordu. Paradigma değişimleri, büyük sıfırlama, kapitalizmin yeniden masaya yatırılması, küreselleşmenin sonu vs… Salgın sonrası yaşanan iktisadi kriz dünya için sürpriz olmasa gerek. Çünkü zaten 2008 ekonomik kırılması sonrası bir türlü denge noktasını yakalayamayan bir global ekonomik sistem söz konusu idi ve pek çok makalede yeni iktisadi mimari kavramından bahsediliyordu. Bu kavram; gelir dağılımı eşitsizliğinin çözümünden tutun da üretim merkezlerinin yer değiştirmesi, sermaye hareketlerinin oluşturduğu sistemik hatalar, türev piyasalarda yaşanan balonun reel ekonomik faaliyetlere vereceği zararlara kadar pek çok konuyu kapsıyordu. Salgınla başlayan süreç tüm bu sorunları misliyle su yüzüne çıkardı. Hiçbir devlet böylesi bir krize hazırlıklı değildi. Dolayısıyla çöküş de büyük oldu ve yeni süreçlerin hayali kuruldu. Ancak şu an görüyorum ki başlangıçtaki hevesimiz kalmamış. Kimsenin öyle büyük paradigma değişimlerine doğru bir hamle yaptığını söyleyemiyoruz. Onun yerine sistemde hatalı olan bazı kısımların onarımı için sınırlı çalışmalar yapılıyor. Yani yine yamalı bir şekilde yola devam edeceğiz. Sadece dünyada bazı konularda eksen kaymaları gerçekleşecektir. Üretim ve tedarik merkezlerinin değişimi, yeni güçlerin ortaya çıkması ve dolayısıyla yeni hegemonya mücadeleleri, ulusal ekonomilerin çok daha ön plana çıkması ve ulusların önce kendilerine yetebilme kapasitelerini garanti etmeleri, iklim değişikliği ile başlayacak kuraklık tehlikesinin bize gıda, sağlık ve temiz suya erişim gibi yeni stratejik alanlar açması, gıda güvenliği, biyo güvenlik başta olmak üzere tekrarlaması muhtemel salgınlara karşın yeni politikalar üretme zorunluluğumuz… Yeni dönemde bizi daha temkinli olmamız gereken bir dünya bekliyor.
Kaynaklar güçsüz değil verimli kullanılamıyor
• Hammadde fiyatlarında müthiş bir oynaklık var. Yeni makine ve teknoloji yatırımı için de finansman ihtiyacı söz konusu. Kredilerin çevrilmesi, yükselen faizler nedeniyle ilave kaynak gerektiriyor. İş dünyası için bu yıl en önemli sorunlardan biri kaynak bulmada yaşanacak gibi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sorun nasıl aşılır?
COVID sürecinden çok önce 20192020 yıllarının emtia krizleriyle geçeceğini ve sonrasında hammadde fiyatlarında ciddi dalgalanmalar yaşayacağımızı dile getirmiştim. Çünkü o dönem sahadan aldığımız veriler ile yaptığımız analizler gelecek şokun ayak seslerini veriyordu. Şimdi yine söylüyorum; dünya ekonomisi bu süreci atlatıp yeniden normalize olana dek yani iki yıl daha bu dalgalanmaları göreceğiz. Burada tek mesele hammadde sorunu değil, kaynak ve finansman aynı zamanda. Türkiye kaynak bakımından güçsüz bir ülke değil sadece kaynaklarını verimli kullanamayan bir ülke. Bu nedenle biz üç verimliliğin esas olduğu bir model üzerinde çalıştık ve sunduk: Kaynak verimliliği, sermaye verimliliği ve teşvik verimliliği yani doğru dağıtılması ve kullanımı. Bu üçünün uygun şartlarda çalıştırılması bize zaten ilave kaynak sağlıyor. En azından israfı önlüyor. İki temel sorunu maalesef aşamıyoruz. İlki, insanların tasarruflarını değerlendirecekleri ve belki de ortak olabilecekleri proje fonları oluşturmayı, ikincisi ise rahmetli Erbakan Hoca’nın nüktedan deyimiyle fabrikalar yapan fabrikalar kurmayı. Yani asıl kaynak israfına yol açan makine parkurlarını kendi bünyemizde üretmeyi. İlkini başarabilirsek hem bireysel anlamda hem de firmalar düzeyinde serveti sermayeye çevirmiş olacağız ve bu da ek kaynaklar doğuracak, ikincisini yaptığımız zaman ise dışa bağımlılığımızın önüne geçip üretime odaklanacağız. Artık zaman kalmadı. Dünya bizi beklemez. Bu virajda da uygun konumlanamazsak bedelini acı öderiz.
Sorun kurların inişi değil kalıcı güven tesisi
• Geçen hafta döviz mevduatları 2.1 milyar dolar azaldı. Ters dolarizasyon başladı mı?
Olumlu fiyatlanan bir ortamda yabancı yatırımcının algısı TL’ye doğru kayarken maalesef yerli yatırımcı ikna olmadı. Yani yabancı, yeni dönem politik söyleme yerliden daha fazla inandı ve prim verdi. Gerçi hayli uzun bir süredir biz bunun etkilerini açıklanan güven endekslerinden de takip ediyorduk. Her ne kadar endekslerdeki kimi sorular çıkarılsa da nihai sonuçlarda dramatik sapmalar olmuyordu. Yerli yatırımdaki kayda değer bir çözülme gerçekleşmeden net rezervlerin yeniden inşası da gecikecektir. Çok yavaş bir çözülme var elbette ama önemli olan bunun artarak devamlılığı. Geçen hafta gerçekleşen 2.1 milyar dolar azalmanın içinde biraz da döviz kurundaki düşüşten kaynaklanan hesaplamaların olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Sorun kurların aşağı inmesi değil, sorun güvenin kalıcı olarak tesis edilmesi.
‘Akıllı Tarım Kentleri’ modeline geçelim
• Dünyada gıda enflasyonu arttı. Tarımsal ürün tedarikinde sıkıntılar yaşanıyor. Rusya’nın yağ ihracatına sınırlama getirmesi gibi uygulamalar artıyor. Gıdada dünyayı ve Türkiye’yi neler bekliyor? Türkiye’nin nasıl bir tarım ve gıda politikasına ihtiyacı var?
Her 20 yılda bir böylesi bir dalgalanma yaşıyoruz. Dünyada artan nüfusa bağlı olarak hem COVID sonrası tüketim alışkanlıklarındaki değişimler hem de daha fazla gıdaya ihtiyaç olması nedeniyle Türkiye’de üretim planlaması 2030 yılına kadar bütüncül bir bakış açısıyla ele alınarak yapılmalıdır. 2030’a yönelik üretim planlaması, Türkiye’nin tarımda ve hayvancılıkta gıda ihtiyacına paralel olarak topraklarımızın organik yapısının geliştirilmesi adına artık ciddi adımların atılması gerekiyor. Meraların aktif kullanımı, dikey tarım, aktif sulama, verimli hayvancılık gibi alanlarda sürdürülebilir planlamaların hayata geçmesi gerekir. Rusya, Ukrayna, Türki cumhuriyetlerde -bilhassa Kazakistan ve Özbekistan içinde- önümüzdeki süreçte arazi kiralanması ile birlikte Türkiye’nin gıdada ana tüketim ürünleri olan hayvansal ürün gruplarında ki başta yem ve protein kaynakları gelmektedir, buralara da üretimin kaydırılması ve bu yönde ikili anlaşmaların yapılması, enflasyonla mücadele adına önemli bir adım olacaktır. COVID süreci bitse dahi dünya nüfusundaki sürekli artış, yeni dijital akıllı tarım uygulamalarını zorunlu hale getirmektedir. MÜSİAD olarak geliştirdiğimiz Akıllı Tarım Kentleri Modelimizin lansmanını gerçekleştirdik ve Tarım Bakanlığından bu konuda ciddi bir destek aldık.
Sıkı parada tek parametre ters tepebilir
• Kurlar hızlı düştü ama faizler yüksek. Piyasada kredi faizleri yüzde 20’nin üstünde. Merkez Bankası uzun süre faiz indirimine gitmeyeceğini söylüyor. Bu süreç iş dünyasını nasıl etkiliyor?
Bu durum kurlar üzerinde ve sıcak para girişlerinde etkili oluyor ancak burada net bir hesaplama yapmak gerekiyor. Gelen sıcak para yeterli midir? Düşük kur, yüksek faizde kim gerçekten kazanıyor? Bankacılık sektörü bu durumdan nasıl etkileniyor? Reel kesim ne kadar daha buna direnebilir? Dünyanın her yerinde sıcak para üzerinden para kazananlar, bir ülkede kur yüksekken gelip kur düşünce çıkar ve böylece ciddi meblağda kazanç sağlar. Kendi ülkelerinde sıfır ya da sıfıra yakın faizle borçlanıp Türkiye’de kur üzerinden kazanç elde eden finansörler aslında ‘carry trade’ yapıyor. Yani gelen fon ne kadar kalıcı, bunu iyi düşünmek gerekiyor. Yüksek faiz ortamında ise enflasyon karşısında hâlâ yüksek getiri sağlıyorsa mevduat ya da tahvil sahipleri kazançlı çıkar. Bankacılık kesiminde ise mevduat ve kredi vadeleri açısından durum farklılaşır. Aslında bankalar faizler düşükse kazançlı çıkar. Reel sektör ise yüksek kredi maliyeti ortamında bir noktaya kadar direnebilir. Çünkü hem borçluluk oranlarının yüksekliği hem de yatırım ortamının bozulması sonucu yatırım iştahında azalma ve üretim kayıpları başlar. Bu da enflasyonda artış, işsizlik oranının yükselmesi ve GSYİH’da küçülme demektir.
Fiyat istikrarı hedefi için sıkı para politikasında tek parametreli gidiş geri tepebilir. Dolayısıyla yol haritasının iyi modellenmesi gerekir ki biz bu konuda gerek Merkez Bankamız’a gerek ekonomi yönetimimize güveniyoruz. Merkez Bankası, ülkenin finansal istikrar garantörüdür. Bu nedenle iş dünyasının dört önemli temsilcisi olarak elbette Merkez Bankası ve Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın mücadelesinde onların yanında olacağımıza dair güvence verdik. Bu bir milli görevdir. Konjonktür gereği alınan kararlar devletimizin takdiridir. MÜSİAD olarak devletimizin yanında olmakla beraber nihai çözümün üretimin artışı ve yatırım ortamının uygun hale getirilmesinden geçtiğinin altını çiziyoruz.
Oldukça büyük bir yatırım hevesi var
• Tedarik konusunda ciddi imtihan var. İSO Başkanı, tedarikte yaşanan sıkıntıların tahammül edilemez noktada olduğunu vurguladı. Demir-çelikte, petrokimyada ana sanayiye ihracata yönelip, içeride KOBİ’lere yeterince ara mal vermedikleri, fiyatları şişirdikleri suçlaması var. Bu sorunların kısa ve uzun vadede çözümü nasıl sağlanır?
Türkiye’de sanayicilerimiz bu dönemde oldukça büyük bir yatırım hevesi içindeler. Sadece büyük işletmeler değil, KOBİ yapılar da büyümek ve yatırım yapmak adına oldukça ısrarlı ve iştahlılar. Bu durumu ivedilikle avantaja çevirmeliyiz. Sadece büyükşehirlerde değil Anadolu’nun her yerinde üretici, yatırım adına uygun bir finansal yapı ile buluştuğu takdirde hakikaten yeni bir başarı hikâyesi yazmaya hazır. Ancak burada bazı sorunlar var elbette. Özellikle saydığınız sektörlerde firmaların, iç piyasada döviz avantajı sebebiyle ihracata yöneldikleri ve iç piyasaya daha kısıtlı mal verdikleri doğrudur. Burada asıl yapılması gereken özellikle demir-çelik, petro-kimya ve plastik hammaddeler konusunda üretimin artırılmasıdır. Uzun vadede firmaların ithalat stratejilerini revize etmeleri yani aslında hammadde üretimine yatırım yapmalarıdır.
Belirsizlik kısmen dağıldı, reform paketi gerekiyor
• 6 Kasım’dan sonra uygulanan ekonomi politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında 6 Kasım’dan sonraki süreç bir bakıma ekonomide beklenti etkisinin iyi yönetildiği bir dönemi gösteriyor. Ekonomide ortodoks politikaya dönüş ve şeffaflık söyleminin baskın bir şekilde vurgulanması yabancıların neredeyse sıfıra indirdikleri TL pozisyonlarını yeniden canlandırdı. Konjonktür gereği uygulanan faiz düzenlemeleri ve reel enflasyon arasındaki fark ile aslında dünya üzerinde yüksek getiri sağlayan ülkeler içinde güçlü bir konuma ulaştık. Aktif rasyosunun kaldırılması, kapasite kullanım oranlarındaki artış, sıkı para politikasının kararlılıkla uygulanacağına dair verilen mesajların yabancı yatırımcılar üzerinde bıraktığı olumlu algı hem ülke risk primleri üzerinde baskılayıcı bir etki bıraktı hem de belirsizlik ortamını kısmen dağıttı. Bu durum sıcak para girişini hızlandırdı ve kur aşağı doğru ciddi bir ivme kazandı. Bu da elbette üretim maliyetlerine bir sonraki dönemde yansıyacak bir ortam oluşturdu. Ekonomi yönetiminin ve Merkez Bankası’nın enflasyon ile mücadeledeki ısrarlı ve kararlı duruşu ve bu aşamada politika geliştirmek adına tüm iktisadi paydaşlar ile işbirliğine gitme tercihi elbette hem iş insanlarını hem nihai tüketiciyi hem de yabancı sermayeyi umutlandırdı. Yani buraya kadar iyiye doğru bir gidiş elbette söz konusudur. Ancak tüm bu adımlar sadece çıkılması gereken ana arter yola doğru gelen patikalardır.
Yararlıdır, zaman kazandırır ama nihai çözüm sunmaz. Sonsuza dek sürmez. Bir süre sonra piyasa sizden daha kalıcı ve köklü hareketler yani bir iktisadi planlama isteyecektir. Bu nedenle bilhassa üretim planlama ve doğrudan yabancı yatırımların desteklenmesi adına atılacak adımların ve yatırım ortamının iyileştirilmesi için hazırlanan reform paketlerinin uygulamaya geçmesi gerekmektedir. Ben bu adımların da geleceğinden eminim ve umutluyum.