Komşu ülkelerdeki gelişmelerde kuraklığın da etkisi olduğunu belirten Kaan, şunları söyledi: “Komşumuz Suriye’de su kıtlığı ve mahsul yetersizliği kırsal alandan şehirlere göçü tetikleyerek iç savaşı şiddetlendirdi. Yine İran’da Khorramshahr ve Abadan sakinleri kirli içme suyundan dolayı devlet yönetimine karşı şiddetli protestoların nedeni oldu. Irak’ta geçen yıl yaklaşık 120 binden fazla insan kirli su içtikten sonra hastaneye kaldırıldı; daha sonra sokaklara döküldüler.”
RİSKLİ 6 ÜLKE
2020 ve sonrasında kuraklığın artık hissedilebilir seviyelere çıktığı bir sürece girildiğine dikkat çeken Kaan, “Irak, İran, Afrika’da Mali ve Nijerya, Uzak Doğu’da Hindistan ve Pakistan gerek mevcut su kaynaklarının nüfusa yetmemesi, gerekse su kaynaklarının temizliği ve debi sıkıntısı yüzünden ilk etapta muhtemel çatışmaların adresleri gibi görünmektedir. Artan küresel su talebi topluluklar arasında, çiftçiler ve şehir sakinlerinde şimdiden gerilimlere neden olmaktadır. Nil Nehri bunun en canlı örneğidir. Henüz bizde başlamadı” dedi.
SÜREKLİ SALGIN RİSKİ
Bu alandaki analizlerin 2030’a göre yapıldığını belirten Kaan, “Maalesef 2030’u beklememize gerek kalmadan çatışmaların ayak seslerini daha şimdiden duymaktayız” dedi. Kaan, “Birleşmiş Milletlerin 2020’de yayınladığı rapora ek olarak Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün de 2018 raporu aynı sonuçlara işaret etmekte. 2030 yılında ciddi şekilde uluslararası ilişkilerin ve ulusal güç unsurlarının belirleyicisi olarak su miktarı birinci sırada yer alacaktır. 2050 yılına kadar 5 milyar kadar insan su kıtlığı nedeniyle ölümle karşı karşıya kalacak ve bu durum sürekli devam eden salgınlara neden olacaktır. Bu, bir anlamda su savaşlarının habercisi” diye konuştu.
ÇATIŞMALAR 2 KAT ARTTI
Kaliforniya merkezli Pasifik Enstitüsü’nün son 10 yıldaki ölçümüne göre su kaynaklı çatışmaların iki kat arttığına işaret eden Abdurrahman Kaan, Nijer Nehri’nde yetersiz su seviyesi sonucunda Malili çiftçilerin ciddi çatışma halinde olduklarını vurguladı. Kaan, şunları söyledi: “İki kavramı elzem olarak masaya yatırmamız gerekmektedir: Su hukuku ve su diplomasisi. Bu sorunlar aslında tek başına ele alındığında en azından 2030 ve 2050 süreci kadar çatışma ve savaş ortamı oluşturmayabiliriz. Ancak diğer şikayetleri de birleştirdiğimizde hükümetler adına bir çeşit tehdit çarpanları haline de gelebilir.“
RİSKİ YÜKSEK İLLER
DOĞAL Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Türkiye’nin İklim ve Enerji Programı Uzmanı Tanyeli Behiç Sabuncu da, risk tahminleri ve önerilerini şöyle anlattı: “Küresel sıcaklık artışı iki derece ile sınırlandırılsa dahi öncelikli bölgelerdeki türlerin yaklaşık yüzde 25’i yerel tükenme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Türkiye’de korunan alanların oranı yüzde 9’dan yüzde 30’a çıkarılmalıdır. Ülkemizde suyu korumak için suyun doğduğu ve geçtiği doğal alanlar korunmalı. Tarımda verimli sulama yöntemleri yaygınlaştırılmalı. Sanayide temiz üretim yatırımlarını teşvik edilmeli. Kayıp ve kaçaklar önlenmeli. Son 50 yılda Türkiye’deki sulak alanların yarısı, su miktarı ve kalitesi bakımından, sağlıklı yapısını kaybetmiştir. İstanbul, Ankara, İzmir, Gaziantep, Diyarbakır, Bursa, Mersin, Konya, Adana ve Antalya küresel ölçekte su riski yüksek kentler listesinde yer almaktadır.”