Neden Tunç Soyer? Bilim insanlarının tüm uyarılarına rağmen küresel ısınmayı ciddiye almadık. Olanca enerjimizi dünyayı har vurup harman savurmaya harcadık. Şimdi acı sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Ülkemizde çıkan 112 yangında ormanlar yok oldu, canlılar can çekişerek hayatını kaybetti, insanlar evsiz kaldı… 2019’da göreve gelir gelmez büyük bir yangın yaşayan, son olarak sel, deprem ve tsunamiyle sarsılan İzmir’de Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer örnek bir çevre seferberliği başlattı. Görev tanımında olmamasına rağmen Gediz Nehri için elini taşın altına koydu… Bize de Soyer’e sormak kaldı.
– Memleket yangın yeri oldu. 2019’da İzmir de büyük bir yangın yaşamıştı ama iktidar o günden bugüne aynı söylemle devam ediyor.
Haklısınız, daha göreve başladığımız ilk aylarda böylesine bir acıyı yaşamıştık. O güzelim ormanların, içindeki tüm canlılarla birlikte gözlerinizin önünde yok olup gidişini izlemek tarif edilemeyecek kadar kötü bir duygu. Üzüntüyü, öfkeyi, afet karşısındaki çaresizliği bir arada yaşıyorsunuz ama bir yandan da halkımızın böyle zor günlerde gösterdiği dayanışma ve birliktelik ruhuyla ayağa kalkmak zorunda olduğunuzu hatırlıyoruz. O yangın günlerinde İzmirlilerin verdiği destek kül olan umutlarımızın yeniden yeşermesini sağladı. Yangının yarattığı tahribatın yaralarını sarmak, kentin ormanlarını korumak ve geliştirmek için “Orman İzmir” kampanyasını başlatmıştık. Orman İzmir kampanyası kapsamında üç ton su kapasiteli 60 su tankeri alıp orman köylerine dağıttık. İtfaiye ekipleri ulaşana dek kovalarla su taşıyarak yangınları söndürmeye çalışan orman köylerinin sakinleri, bu sayede daha donanımlı ve güçlü bir müdahale imkânına kavuştu. Böylece köylere dağıtılan su tankeri sayısını 290’a çıkarmış olduk. Tankerlerin kullanımı için köylülerimize yangın eğitimi verdik. Önümüzdeki dönemde daha fazla orman köyünün bu hizmetten faydalanması için tanker alımlarımız devam edecek.
– Peki, şimdi neden başa çıkılamıyor?
Evet, yangınlarla başa çıkmakta zorlanıyoruz. Her zaman olduğu gibi insanlarımızın fedakârlığıyla, cansiperane mücadelesiyle bir yerlere varmaya çalışıyoruz. Oysa bu mesele artık sadece kahramanlıklarla değil bilime ve teknolojiye yatırım yaparak çözülebilir. Türkiye ormanlarının çok büyük kısmı kereste istihsal sahası (odun üretim alanı) olarak tanımlanmış durumda. Bu nedenle ormanlarımızdaki ağaç türleri son 60 yılda tektipleşerek, kereste değeri yüksek ve hızlı büyüyen ağaçlara dönüştü. Akdeniz ve Ege bölgelerinde hem hızlı büyüyen hem de kereste değeri olan kızılçam ormanları egemen hale gelerek monokültür (sadece çamdan oluşan) kızılçam ormanları oluşturuldu. Yaşadığımız orman yangınları, iklim krizini de dikkate aldığımızda, önümüzdeki yıllarda daha da artacak. Yangın söndürme uçakları gibi önlemler, kısa vadede zaruri olmakla birlikte asıl yapılması gereken bu eskimiş ve yanlış ormancılık politikasını ivedilikle terk etmek. Türkiye ormanları, odun dışı orman ürünlerinin de yetiştirilebildiği birden çok ağaçtan oluşan doğal orman politikasıyla yönetilmeli. Yanan ormanlarımıza hızla yanma eğiliminde olan çıralı bir gövdeye sahip kızılçamlar yerine yangına nispeten daha dirençli meşe ağacı gibi doğal Akdeniz ve Ege ağaçları da yüksek oranda dikilmeli. Orman yangınlarının orta ve uzun vadede kontrol altına almanın yegâne yolu bu.
– Çevre konusunda duyarlılığınız biliniyor. “Temiz Gediz Temiz Körfez” yol haritası da bunun sonucu… Anlatır mısınız?
İzmir’in içme suyu kaynaklarının üçte biri Gediz’den besleniyor. İkincisi, Gediz Havzası sadece İzmir’in değil, Türkiye’nin tarımsal üretiminin yüzde 10’unu yapıyor. Meyve sebze üretiminin yüzde 5.6’sını, zeytin üretiminin yüzde 10’unu yapıyor. Eğer orada bir sıkıntı varsa sizin sofranıza gelen domateste de sıkıntı var demektir. Aslında o zehirle sulanmış domatesi yiyorsunuz, farkında değilsiniz. Öncelikle şunu söylemek isterim: Aklımızı başımıza toplamamız lazım, dört büyük felaketle yüz yüzeyiz. Birincisi iklim krizi… O kadar büyük bir felaket ki… Nasıl şu anda vücut ısımız 37 derece, bir derece arttığında hasta oluyorsak gezegen de öyle. Hasta bir gezegende yaşıyoruz, üstelik hasta ettiğimiz bir gezegen. Biz bu yıl İzmir’de hortumu da tsunamiyi de gördük. Hiçbirimiz bu felaketlerden muaf değiliz artık.
– Ve doğal olarak su kaynakları da kurumaya yüz tutuyor…
Elbette, suyla ilgili bir derdimiz var. Su tüketimimiz tarımsal üretimin yüzde 77’si… Tarımsal ürün deseni planlayıp yeni bir tarım politikası oluşturmamız lazım. İklim krizi yokmuş, suyumuz bolmuş gibi vahşi bir tüketim içindeyiz. Bütün bunlar yetmiyor gibi zehirliyoruz. Doğanın isyan etmemesi mümkün değil. Biz Gediz’i tekrar hayata döndürmek istiyoruz.
– Bu, üstünüze vazife değil oysa ki!
Tabii, ben Tarım Bakanı değilim, ama ben bir yerel yöneticiyim. Beni insanlar seçerken hayatlarını iyileştirmemi istediler. Mevzuatı nereden bilsin vatandaş, benden bekliyor. Gücüm yettiğince de bunu yapacağım. Mecliste de söylediler, “Sen tarım bakanı mısın” diye. Ben bundan kaygı duyuyorum. Her vatandaş kaygıyı taşımalı.
– Şimdi ne yapacaksınız?
Aldığımız numunelerin analizlerini sunacağız. Hangi zehir ne kadar var, onu göstereceğiz. Sonra hazırlanan raporu taleplerimizle birlikte yetkili mercilere göndereceğiz. Çok ciddi bir denetim ve yaptırım mekanizmasına ihtiyaç var. Adam organize sanayi bölgesinde atık suyu 25 yıldır sulama kanalına veriyor. Dereye bile taşımaya tenezzül etmemiş. Bir yanında meyve bahçesi bir yanında sulama bahçesi var. 25 yıldır zehir alıyor, 200 bin lira ceza yazılmış. Arıtma tesisini neden yapsın ki 200 bin ceza yatırıp kurtarıyor. Bakanlık elektrik parası almıyorum, yeter ki çalıştır dese vatandaş çalıştıracak, kirlilik azalmaya başlayacak.
– Böylece kansere yatırılan ilaç parasından da daha az olacak herhalde… Hem de çok önemli olan insan sağlığı kurtulacak.
Aynen öyle. Müdahale etmek çok kolay. Çiftçiyi de eğitmek lazım. Biz çiftçiye “Atalık tohum yetiştiriyorsan devletin verdiği taban fiyatın üç mislinden daha fazla verip alacağım” dedik. Çünkü su istemiyor. Yağmurla besleniyor. Niye bunu yetiştirmiyoruz, bu da hayvan yemi… Özetle biz Gediz’e sessiz kalmayacağız. Devlette kaynak var, mesele bu kaynağı nereye harcadığı. Bizim Gediz ile ilgili yapacağımız altyapı yatırımı için 1.5 milyar lira gerekiyor. Kanal İstanbul için 77 milyar diye bir rakam var. 50 Gediz temizlersiniz ya da Kanal İstanbul yaparsınız.
MÜLTECİLERİ SAFRA OLARAK GÖRMÜYORUZ
– Türkiye Afganistan’dan gelen mültecileri konuşuyor. Geçmişte yaptığınız bir açıklamada Suriyelilere dikkat çekerken “İzmir’de son derece insanlık dışı koşullarda yaşadıklarını” söylemiştiniz… Aynı noktada mısınız?
Epeyce iyileştirdik. Kentsel Adalet Şube Müdürlüğü kurduk. Burası tam da bu amaca odaklanan bir şey.
– Bunun başka yerde bir örneği var mı?
Benim bildiğim yok. Bizim bunu yapmamızın sebebi, bu şehirde yaşayan dezavantajlı kişilerin, özellikle de mültecilerin, hem dışarıdan gelmiş insanların toplumsal hayata entegrasyonunu sağlamak hem de onların hayatını kolaylaştıracak çareler üretmek. Temel amacımız bu. Onun için bir adalet aracı yaptık. İzmir Barosu’yla yaptığımız anlaşma gereği, içinde bir avukat arkadaşımız oturuyor, mahalleye gidiyoruz, şiddet gören kadından Suriyeli çocuğa adliye, hukuk ihtiyacı olan ve imkânı olmadığı için adalet arayışında bulunamayanlara bu hizmeti baroyla birlikte biz götürüyoruz. Onlara dil eğitimi veriyoruz, toplum sağlığı daire başkanlığı kurduk; özetle biz bu insanları safra olarak görmüyoruz. Tam tersine onlara net olarak bu hayatın içinde insanca yaşayabilecekleri bir zemin yaratmaya çalışıyoruz. Asimile değil, entegre ediyoruz. Kimliğini koruyarak burada yaşamasını sağlıyoruz. Diğeri faşizm zaten. Onun o haliyle var olmasına imkân vermek. Bunun iki sonucu var. Biri, biz onlardan bir şey öğreniyoruz. İkincisi, onlar da bir biçimde dünya vatandaşı ve biz de bu dünyada yaşıyoruz.
– Böyle davranarak diğer şehirlerden nasıl ayrıştınız. Hangi noktalarda başarılı oldunuz?
İzmir’de suç oranı fazlaydı. Müthiş bir düşüş var, çünkü siz onların çocuklarına, gündelik hayatlarına destek oluyor ve insan yerine koyuyorsanız bu bile yetiyor, çünkü insan yerine koymuyorlar.
BEN BİR ŞOVMEN DEĞİLİM
– Sizi bazen bir şapkayla köylülerin arasında, bazen sahnede smokininizle dans ederken, bazen bisiklet üzerinde görüyoruz. Hangisi sizsiniz?
Hepsinin bir karmasıyım ama bir şovmen değilim.
– AKP İzmir Milletvekili Mahmut Atilla Kaya, sizin için “Gezmeyi bırak, görevini yap!” demişti…
Ben 10 yıl Seferihisar’da belediye başkanlığı yaptım. Bir tane afişimi, posterimi göremezsiniz. Öyle bir derdim olmadı, çünkü ben siyaseti tok insanların yapması gerektiğini düşünürüm. Ben de tok bir insanım. Çok güzel yaşadım. Nâzım’ın dediği gibi beyaz örtülü masalarda da yedim, en yoksul masalarda da… Ben hayatın anlamını, bu hayata dokunup bir çentik atmakta bulanlardanım. Siyaset hayatı değiştirme işi… Kendimi popstar görmüyorum, yakışıklı bulmuyorum, bu hikâyeler umurumda değil… Smokini de seviyorum, kasketi de seviyorum.
– Bir sorum da güncel politika üzerine olacak. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş, hiçbir zaman aday olduğunu açıklamadı ama isimleri anketlerde hep cumhurbaşkanı adayı olarak soruluyor. Sizinki neden sorulmuyor?
Hiç düşünmedim doğrusu, hakikaten fikrim yok. Asla öyle bir hedefim olmadı. Çocukluğumdan beri bırakın Türkiye’yi dünyayı kurtarmak gibi bir hedefim var ama onun için ne yapmam gerektiğini şimdi öğreniyorum. Önce Seferihisar’dı, şimdi İzmir. Hele biraz İzmir çalışalım bakalım.
– İktidar yanlısı medyada şöyle bir haber çıktı: “HDP, CHP İzmir İl Başkanlığı’nın da tam kadro katıldığı ve teröristbaşı Abdullah Öcalan için ‘tecridi kaldırın’ çağrısının yapıldığı miting düzenledi”… Bunlar sizi yıpratıyor mu?
Bu Emek ve Demokrasi Güçleri’nin organize ettiği bir mitingti. HDP’nin ya da CHP’nin değil. İzmir’de Emek ve Demokrasi Güçleri güçlü bir platformdur. CHP, il başkanı ve il yönetimi düzeyinde katıldı. HDP de zannediyorum öyle katılmış. Ben ayrılırken onlar alana yeni giriyordu. Şunu demeye çalışıyorum: Bizim HDP eş başkanıyla yan yana sahnede konuşuyor gibi fotoğrafımızı da basmışlar, onu nasıl yapmışlar fotomontajla, bilmiyorum. Saldırının nedenini anladığınız zaman daha az yaralanıyorsunuz. Yoksa ilk başlarda çok uykusuz gece geçirdik. Çok üzülüyorduk. Sonra anladık ki sizin temiz olmanızdan, akçeli işlere bulaşmıyor olmanızdan birileri rahatsız oluyor. Yapacak bir şey yok, dünyayı değiştirmek kolay değil, bedel ödetmeye çalışanlar olacaktır.
WHATSAPP GRUBU KURULDU, YAZAN YOK
– Yıl 2019… Cumhurbaşkanı büyükşehir belediye başkanlarıyla bir toplantı yaptı… Karşınızda da bütün kabine üyeleri oturuyordu. O zaman karşılıklı bir iletişim kurma arzusu olduğunu söylemiştiniz. Bugün aynı görüşte misiniz?
Karşılıklı bir iletişime çok ihtiyaç var. O günkü tablo müthiş umut vericiydi. Ne yazık ki orada kaldı, tek bir adım atılmadı. WhatsApp grubu kuruldu, o günden sonra 1-2 kere günaydın yazıldı, o kadar… Çok üzücü…
MOTTOM REFAHI YÜKSELTMEK
– Bu mesajı geçen gün Twitter’da paylaştınız: “Narin, Kadifekale’deki evlerine davet etmişti, gittim, tanıştık. Hayallerinden bahsetti. Eşit olmayan koşullarda sürdürdüğü hayat mücadelesinde, tiyatro bir tutku haline gelmiş. Destek olacağım ama asıl, o eşitsiz koşulları ortadan kaldırmak için mücadele edeceğim”. Bize bu yakın temaslardan bahseder misiniz? İnsanlar ne istiyor, bizler doğru şeyleri mi konuşuyoruz?
Öncelikle bu işin arka planı, omurgasından bahsedeyim. Çünkü o söylediğim eşitsiz koşulların ortadan kaldırılması için mücadele edeceğim lafı, aslında benim hayatımın mottosu. Ben siyaseti sade bu nedenle yapıyorum. Siyaseti yapmamın başka bir sebebi yok. Ne şovmenim, ne bundan bir maddi beklentim var, ne daha büyük bir koltuğa oturmak gibi bir hevesim var. Tek bir derdim var, o da benimle ilgili, ben bunu içime sindiremiyorum. İnsanlığın yaşadığı bu evrim sürecinde bugün içine düştüğümüz bu durumu hazmedemiyorum. Bu bana normal gelmiyor. Bu adaletsizlik, bu eşitsizlik, bu baskı, bu korku bana normal gelmiyor. Dolayısıyla bunu değiştirmek için siyaset yapıyorum. Orta 2’den beri, yani yaklaşık 50 yıldır bu mücadelenin içindeyim. Buradan bütün dünyayı değiştiremeyebilirim ama onun değişimi için adım atıyor olmak beni mutlu ediyor. Bu temas da o yüzden çok normal. Hayata böyle bakıyorum, belediyeciliğe böyle bakıyorum. O nedenle portatif havuzlar kurup çocukları havuzda buluşuyoruz. O nedenle tarımla ilgileniyorum, o nedenle Narin’in evine ziyarete gidiyorum. Hepsinin ortak paydası, benim adaylık kampanyasındaki mottom, biz refahı büyüteceğiz ve bunun adil bir şekilde paylaşılmasını sağlayacağız. İzmir’deki refahı büyütmeye çalışıyorum. Hangi koltukta olursam olayım, bunun peşinden koşacağım.
– Herkes neden İzmir’e taşınıyor?
İzmir çünkü demokrasinin kalesi. İzmir yüzlerce yıl boyunca Anadolu’daki ilklere ev sahipliği yapmış bir şehir. O kadar çok ilki var k: İlk orkestradan ilk gazeteye, ilk puldan ilk futbol takımına sayısız ilki var. İzmir, tarih boyunca liman kenti olması ve kavşak noktasında bulunması nedeniyle hep parlayan bir yıldız olmuş. Kuruluş ve Kurtuluş İzmir’de başlıyor biliyorsunuz. Bir Mardinli arkadaşımız var. Başka bir arkadaşım ona “Nerelisin” diye sordu, “İzmirliyim” dedi. Sen Mardinlisin… Yok, artık İzmirliyim dedi. İzmir içine alıyor, bir şekilde yoğurarak İzmirli haline getiriyor. Çünkü burada birlikte yaşama kültürü, demokrasi var. Size farklılığınızı korumanıza izin veriyor ama hayatın içine entegre olmanızı da sağlıyor. Hiç unutmuyorum, bir vapurda gidiyordum, Konak-Karşıyaka vapurunda, karşımda başı örtülü bir hanımefendi oturuyor. Konuşmaya başladık. Laf lafı açtı, kadın bana sonunda dedi ki “Ben Ankara’da da İstanbul’da da yaşadım. Buradaki kadar hiçbir yerde rahat etmiyorum.” Bu çok kıymetli bir şey.