Karadeniz ile Doğu Karadeniz Dağları arasındaki Trabzon’a her gittiğimde halkın sahili yeterince kullanmıyor olmasını hep kafama takarım. Limanın kapattığı kıyıdan geçmeseniz ya da o nefis köfteleri yemek için Akçaabat tarafına direksiyon kırmasanız Trabzon’u pekâlâ bir Anadolu şehri zannedebilirsiniz. Zaten Trabzon da balıkçılık dışında denizini pek ön plana çıkarmak istemiyor. O kadar fazla doğa güzelliği ve tarihi yapısı var ki, denizini ön plana çıkarmadığı için çok da suçlayamıyorsunuz.
Uçakla Trabzon’a gitmek şüphesiz en rahatı. Şehre yakın havalimanından istediğiniz her yere kolayca ulaşım sağlayabiliyorsunuz. Bu defa ben içeriden, Doğu Karadeniz Dağları’nı geçerek şehre vardım. Bu şekilde bir yolculuk, dik dağlardan dolayı epey meşakkatliydi. Fakat bu zorlu yolu kat ederken Zigana Geçidi’nin o enfes manzarasını görme, dağların oksijenini içinize çekme, ilk kuymağı burada yeme ve yakınlardaki Hamsiköy’ün sütlacını kaynağından tatma olanağına kavuşuyorsunuz. Bu arada Doğu Karadeniz Dağları’nı aşarak Trabzon’a gitmekten bahsetmişken, Zigana Tüneli’nden geçerek ulaşacağınız Gümüşhane yolunun, Giresun-
Şebinkarahisar yoluna göre daha rahat olduğu da bir gerçek.
BOZTEPE’DEN MANZARA
Kent, Trabzon Müzesi, Atatürk Köşkü, Trabzon Kalesi gibi turistik yapılarıyla tarihe ışık tutarken; Uzungöl ve Sümela Manastırı’yla özellikle yabancı turistlerin ilgi odağı oluyor. Şehri en güzel görebileceğiniz yerse Ortahisar ilçesindeki tüm alana hâkim Boztepe… Burada bir yandan Trabzon’un çayını içip bir yandan da tüm şehri seyre dalabiliyorsunuz.
Trabzon’a bu gidişimde istikamet, Sümela Manastırı’ydı… Maçka’nın Altındere Köyü’ndeki dik yamaca kurulu Sümela Manastırı, yakın tarihte restorasyonunun bitmesiyle yeniden ziyaretçilere kapısını açtı. İçinde öğrenci odaları, mutfağı, şapelleri, kütüphanesi ve misafir odalarıyla altı kattan oluşan bu yapının freskleri de çok ince bir zevkin ürünü.
MİLLİ PARKTAN GEÇİLİYOR
Halk arasında ‘Meryem Ana’ adıyla anılan ve Altındere Vadisi’nden 300 metre yükseklikte kurulu manastıra ulaşabilmek için öncelikle içinde yer aldığı milli parktan geçmelisiniz. Ziyaretinizin hafta sonuna denk gelmesi durumunda yoğun araç kuyruğuna girilen parkın geçiş ücreti yeni sezon itibariyle kişi başı 75 lira. Müze Kart sahipleri ve 65 yaş üstü ziyaretçilerdense ücret alınmıyor.
Araçla, Milli Park’a girip birkaç kilometre ilerledikten sonra aracınızı otoparka bırakmalısınız. Otopark ücreti Temmuz itibariyle 10 lira. Buradan birkaç kilometrelik yolu, otopark girişinde duran minibüslerle devam etmek durumundasınız. Kişi başı 8 lira. Başta aracınızdan inip bu kısa yolu minibüsle geçecek olmak asap bozucu gibi dursa da zaten bozuk olan virajlı yolu, bu yolda ustalaşmış minibüs şoförleriyle geçmek esasında en iyisi. Ayrıca yukarıda yani manastırın olduğu bölgede otoparkın olmaması ve bu kadar yoğun araç trafiğini orada yönetmenin imkânsızlığı da gözden uzak tutulmamalı. Minibüsler, manastırın yaklaşık 450 metre yakınına kadar giriyor. Buradan sonrasını yer yer merdivenli yollardan geçerek tamamlamalısınız. Kısa bir mesafe de olsa bu 450 metrelik yolun engelli dostu olmadığını söylemekte fayda var. Sümela Manastırı’nı görmek için gelen fakat yürümekte zorlananlar Sümela’yı göremeyecek olsa da yeşilin her tonunu izleyebilecekleri Altındere Vadisi’ndeki oksijeni ciğerlerine çekmekle yetinmeleri gerekecek.
DUVARLAR HÂLÂ YAZILI
Eylül 2015’te ziyarete kapatılan ve 5 yıldan uzun süren başarılı bir restorasyon çalışmasının ardından geçen ay yeniden açılan Sümela Manastırı’nda, çok titiz bir kaya temizliğinden sonra asıl restorasyon çalışmalarına başlandı. Ve bu çalışmalar sırasında gizli bir şapel daha bulundu.
Manastırın restorasyon öncesindeki halini bilen okuyucular muhtemelen insan eliyle zedelenen fresklerin durumunu merak edecektir. Bu fresklerin üstüne yazılı “İsmail, Ayşe’yi seviyor” temalı yazılar maalesef büyük ölçüde varlığını koruyor… (Bu arada bence Ayşe de İsmail gibi birinden eş olmayacağının farkında ve başkasıyla evlendi…)